İnsanoğlu ilk günden itibaren güç savaşı vermektedir. Doğaya karşı diğer canlılara karşı afetlere karşı.
Yaşamak için güçlü olma duyusu genetik kodlarımızda işlenmiştir.
İnsanoğlu topum olarak yaşamaya başlaması ile birlikte güç savaşları diğer topluluklar diğer milletler üzerine yoğunlaşırken mikro açıdan da bireyler diğer bireyler üzerinde güçlerini kabul ettirmeye otorite yaratmaya baskı altına almaya başlamışlardır. Amaç güçlü olanın diğerlerini sürü haline sokmak istemesidir.
Bireysel güç göstergesinin ilk ve en önemli yeri her şeyin başlangıcı olan ailedir. Çocuğa neyi yapması neyi yapmaması gerektiğini yol gösterici olarak yapması gereken ebeveyn yıllar geçip çocuk yetişkin olmasına rağmen bu alışkanlığından vazgeçmek istememekte ve otoritesini doğal ve değişmez olarak görmektedir. Oysa çocuk büyümüş idrak etmeye gözlem yapmaya ve sonuç çıkarma yetisi elde etmeye başlamıştır. Hatta o kadar ki dünkü çocuk gerek alığı eğitim gerek zamanın teknolojik ve sosyal değişimi ile ebeveynlerini bilgi düşünce ve muhakeme olarak çok geride bırakmışlardır.
İşte çatışmanın merkezi burasıdır.
Ebeveyn alışmış olduğu güç gösterme ve baskı uygulamadan vazgeçmek istememektedir.
Yetişkin olan çocuk ise bu baskıyı bu gücü asla benimsemekte ve kendini ailede eşit birey olarak görmektedir. Ancak yapılan baskı karşısında bunu kabul edenler, etmeyenler ve etmiş gibi görüneler olacaktır.
Kabul edenler maddi ihtiyaçları nedeniyle veya ebeveyni mutlu etmek nedeniyle otoriteye baş eğip kabullenirken rahatsızlık duymazlar. Öte yandan görüntüde otoriteyi kabul etmiş gibi yapıp karar ve uygulamaları kendilerine göre alan bir başka grup da vardır.
Ancak burada ortaya çıkan esas tartışma ebeveyni saygı ve sevgi sınırları içinde akıl danışılacak omuz yaslanacak bir pozisyonun dışına çıkıp her davranıl ve kararda yetkili olma yetişkin çocuğa karar ve uygulama alanı bırakmayan ebeveynlerle buna isyan eden yetişkin çocuk arasındaki çatışmadır.
Burada ebeveynin davranışlarını kendiliğinden değiştirmesini beklemek son derece hayalciliktir.
Burada vaziyet alması aksiyona geçmesi gereken artık yetişkin olmuş olan çocuktur. Çocuğun bunu yapması o kadar kolay olmamaktadır. Bebeklikten gelen öğrenmişlikler itaate yönelik olduğundan toplum örf adet gibi baskı unsurları da isyana izin vermemektedir.
Peki, çözüm ne.
Kişi aile içerisinde yetişkin olduğunu karar verme yetisinde olduğunu kendisi için en iyiyi yine kendisinin seçebileceğini ebeveynlerine anlatması gerekecektir. Elbette bu bir günde olabilecek şey değildir. Anne özellikle ataerkil yapıdaki BABA bunu kolayca kabullenmeyecektir. Çocuk burada kararlı tutarlı mantıklı davranış ve söylemleri ile kendini kabul ettirme yoluna gitmelidir. Jenerasyon farklılığı eğitim farkı ile açılan aranın kapanması ve ebeveynin de aynı düşünmesini beklemek çok iyi niyetli bir beklenti olur. Burada esas olan ebeveyni kendi gibi düşündürmek değil kendi kararlarına saygı duyulmasını ve karışılmamasını sağlamaktır.
Bazen oturup izah yolu seçilirken çoğu zaman en uygun yol olan UMURSAMAMAK seçilmelidir.
Umursamama kişinin olaylara durumlara kişi ve nesnelere karşı var olanı yok saymaktır.
Saçları dökülmeye başlayan biri önce son derece rahatsızlık duyarken giderek kelliğini umursamamaya başlar. Artık saçının yokluğu onu rahatsız etmemektedir. Oysa evde her gün ebeveynle karşı karşıya olunduğu gibi her gün de aynaya bakmakta ama kelliğini umursamamaktadır.
İnsan bir anne ve babadan dünyaya gelir ve anne baba çocukluk döneminde yapabildiği kadar rehberdir. Âmâ yetişkin kişi artık bireydir. Topluma karşı da kendine karşı da yapıp yapmadıkları ile Allah a karşıdır. Ne yapayım anne babam böyle istedi ben de onlara uyup böyle davrandım demek ne toplumda ne de Allah ın nezdinde karşılık bulacak bir savunma olamaz.
O nedenle sürekli zihnimizi meşgul eden ve gelişmemizi daha yüksek idealler peşinde koşmamızı engelleyen bu düşünce ve baskıdan kendimizi soyutlamalıyız.
Metot u ise kişinin karakterine göre değişim gösterecektir. Âmâ önce istemelidir.
YORUMLAR